24 Haziran 2012 Pazar

Masumiyet öyle kolay değil


"Ayva rendesinin, az önce Füsunların mutfağında duran bir eşyanın şimdi Trabzonlu - olduğunu sanıyorum - ve iyi niyetli bir astsubayın elinde oluşunu yadırgıyordum, ama daha derindeydi mesele, bu dünyada yaşamak ve insan olmakla ilgiliydi"

80 darbesi sonrası sizi durduran asker grubundaki astsubayın elinde, ölümüne aşık olduğunuz ve yıllardır sürekli oturmaya gittiğiniz başkasıyla evli kızdan aşırdığınız ayva rendesini izlemek.

Sonrasında astsubayın "Arkadaşım bu nedir?" sorusuna durumu anlatacak tek kelime edememek. Suçlu çocuklar gibi susmak ve şoförünüzün araya girip ayva rendesine ayva rendesi diyerek durumu kurtarabilmesi.

Bir an olsun Masumiyet Müzesi'nin esas oğlanı Kemal gibi görmek için kısaca bu adımlar izlenebilir. Kendi adıma kitap sırasında sık sık Kemal gibi hissettim. Sağlam bir içe dönüş, yabancılaşma ve takıntı karmaşası içerisinde oldukça mutlu olabilen ilginç bir adam. Onun vasıtasıyla Orhan Pamuk aşk, başarı, mutluluk ve masumiyet üzerine hoş bir biçimde kafamı bulandırdı.

Aşk özellikle tehlikeli bir konu. Bir kere hakkında konuşurken çiğe kaçma olasılığı çok yüksek. Ayrıca, yeterince yüceltmez veya herhangi bir konu gibi incelerseniz hemen duygusuz/anlamaz olarak fişlenebilirsiniz. Bir de hepimiz mutlaka en anlamlı halini yaşamışızdır. Kişisel tecrübemize göre tek taraflı, çift taraflı, ikili üçlü, inişli çıkışlı, tekdüze, istikrarlı, karşılıklı veya platonik hali en iyidir.

Bunlardan dolayı 80 darbesi sonrası Kenan Evren benzeri bir dokunulmazlığı vardır aşkın. Takıntılı halleri de bundan nasibini alır.

Nefreti için ölüp öldürenler ile hastalıklı aşkları nedeniyle Karagümrük’ü veya Truva'yı yakıp savaşlar başlatanların aynı kefeye konulduğunu pek görmedim. İkinci grup asgari de olsa bir sempatiye maruz kalır.

Şahsen aşkın harika olabileceği fikrindeyim. Sevgiliniz etrafının farkında olmadan keyif aldığı basit bir şeyi yaparken (kıyafet denerken mesela) onu izlemek veya aşık olduğunuz kişiyle çok eğlendiğiniz bir gecenin sonunda süresiz sevişmek hayatı yaşamaya değer kılar.

Bununla beraber bir çoğumuzun yaşadığı kıskançlık, başkasına tercih edilmek nedeniyle ego zedelenmesi veya basit elde etme isteği buhranlarını aşk olarak adlandırıp kutsallık beklemek yersiz.

Acılar çekerek duvara bakıyor olmanız gerçekten (veya sadece) aşık olduğunuz anlamına gelmeyebilir.

Her şeye rağmen esas oğlan Kemal'in aşkının oldukça gerçek olduğunu düşünüyorum. Takıntılı ve manyak olması bunu değiştirmiyor. Bununla beraber kitap boyunca çektiği azabın kendi hayatını diğerlerininkinden daha derin ve anlamlı hale getirdiğini hissedip bundan ayrı bir zevk alması da var.

Sonuç olarak şartlar dahilinde aşkını/hayatını kendi kurallarına göre yaşayarak başarılı bir hayat sürüyor.

Ancak Kemal masum falan değil. Naif, obsesif ve çocuksu olmak masumiyet anlamına gelmiyor. Kendi nişanı sırasında hem sevgilisi Füsuna hem nişanlısı Sibele sahip olacağı bir hayat hayal eden bu adam, Füsundan net bir tekme yemesiyle ne durumda olduğunu anlıyor.

Sonrasında ise, 70'ler (ve 80'ler) Türkiye’sinde evli ve ailesiyle yaşayan (ve inadından kaçamak yapmayacak) bir kadına aşık olmanın en mümkün şeklini sürdürüyor. Daha sonra müzeye çevirdiği şahsi fetiş koleksiyonu da bunun esaslı bir parçası.

Füsunun tıpkı oynamak istediği filmlerdeki gibi ölmesi de hikayeyi tamamlıyor. Orhan Pamuk'un da dediği gibi, sonu mutlu olan bir aşk hikayesi birkaç cümle ile özetlenebilir.

Kemal ve Füsunun hikayesinin uzun uzun anlatılmış olmasını, böyle gerekmesini sevdim. Orhan, sana puanım dohuz kankam.

19 Haziran 2012 Salı

Kullanma Klavuzu


90'ların ortasında modem aldıktan (daha doğrusu o tarihlerde babam bana modem aldıktan) seneler sonra internete girip dedemin akranlarından sonra tweet atmaya başladım. Hazır blog olayı oturmuş, insanlar sıkılıp olay sıradanlaşmaya başlamışken bir blog edinmenin tam zamanıdır kararındayım.

Ayrıca normalde yapacağını anlatmaktansa yapacağını yapmak tavrını desteklerim. Böyle açıklamalar bu tavırla tutarsız. Bununla beraber burası esasen kendim için de tuttuğum bir arşiv.

Buradaki "de" bağlacı önemli bakın. Zira sadece kendim için yazacak olsam kilitli günlüklerden alıp, yastığıma ağladıktan sonra inci gibi yazımla notlar almam daha uygun olurdu. Fakat yazım bok gibi. Bir de her internet yazarı gibi ben de okunmak istiyorum.

Bununla beraber, bir internet fenomeni haline gelip kitleleri peşimden sürükleme ihtimalim - dürüst olalım - ihmal edilebilecek kadar düşük. Buna zaman, enerji, şans, yetenek ve Zeitgest gibi olur olmaz bir sürü engel var.

Muhtemelen arkadaşlarımın bazıları tarafından okunacak, bu arkadaşlarımın bir kaç meraklı arkadaşı ve ilaveten üç beş tanımadığım insan tarafından da göz gezdirileceğim. Bunun avantajı bir ölçüde samimiyete izin vermesi.

İnsanın kendisine bile tamamen samimi olamayacağı malum. "Abi çalışsam kesin yaparım" veya "yok canım çoktan unuttum onu ben" gibi monologlarımızı hatırlayalım. Hal böyleyken biraz filtrelenmiş hallerime maruz kalacaksınız.

Günlük hayatımda filtrelenmiş halimi özellikle talep eden insanlar olduğu düşünülürse bu çok da kötü bir şey olmasa gerek.

Sonuç olarak burada, o sırada okuduğum kitap, izlediğim film, oynadığım oyun, yaptığım iş veya beğendiğim kadınların poposu gibi konular olacak. Böyle havadan sudan blogların orijinalliği veya başarısı tartışılabilir tabi. Bunu şimdi tartışmamayı tercih ederim, yorgunum biraz.