Sürüklenmek
üzerine yazılmış en iyi paragraflar Gazap Üzümleri'nde yazılmış olabilir.
Steinbeck, Oklahoma'dan California'ya göç edip hayatta kalmaya çalışan Joad
ailesinin hikayesini anlatırken ara ara diğer insanların gözünden zamanın
ruhunu anlatan bölümler kullanıyor. En etkileyici sürüklenme tasvirleri de ana
hikayede değil, bu ufak kısımlarda. Yerlerini değiştirmek zorunda kalan
insanlar haraç mezat götüremeyecekleri eşyaları satıyor. On yıllardır beraber
yaşadıkları, alıştıkları şeyleri. Nasıl yeniden başlamamız umulabilir ki diye
sorup, belki çocuklar yeniden başlayabilir ama biz bu kırmızı toprakken, sel ve
kuraklık yıllarıyken, hurdacıya sattığımız asap bozukluğuyken yeniden
başlayamayız diye söyleniyorlar.
Anladığınız
üzere bu sürüklenme ve bırakıp gitmeler bizim küçük burjuva-bohem ahalinin
özlemle andığı İspanya'da veya Tibet'de kendini bulma (bir kişi de Tokat'da
kendini bulsa) ya da Hindistan'da inziva hayallerinden değil pek. Buradaki
insanlar bildiğin s.ke s.ke gidiyor. Seyahat ederek veya birkaç ay farklı
yerlerde yaşayarak iflah olabilirsiniz veya olamazsınız, bundan bahsetmiyorum.
Ancak dağ tepelerine gittiğinizde, beraberinizde götürdüğünüzden farklı huzur
bulmak mümkün mü dinlemek isterim. Neyse, burada unutmamamız gereken
yaşadıkları yerleri bırakanların çoğunlukla bunu pembe-ebruli gizemlere ve
maceraya yer olmadan hayatta kalmak için yaptıkları.
Bu bağlamda
Gazap Üzümleri'nde California'ya göç etmek zorunda kalmış Okie'ler (California'ya
göç edenler için kullanılan kro, maraba gibi bir deyim) ile Çukurova'ya doğudan
çalışmaya gelen mevsimlik işçiler arasında pek bir fark yok. Doğa da, insanlar
da dostane değil. Apartman dairenizde izlerken duygusallaştığınız yağmur,
çocuklarınızla yaşamaya çalıştığınız çadırı kalınmaz hale getirdiğinde pek
büyülü olmayabilir. Ayrıca kitleler halinde ve aç olarak geldiğiniz coğrafyanın
yerel halkı da sizi bağrına basmayacaktır, kafanıza basmazlarsa mutlu olmak
gerek.
Steinbeck'in
bize hatırlattığı başka bir konu da o yıllardan beri değişmeyen kapitalist
bakış açısı. Patronun seni ne kadar az paraya ne kadar fazla/iyi kullanırsa
(aka. sömürürse) o kadar kar elde edecektir. Sen ise yaptığın işin karşılığı ne
kadar para/fayda alabilirsen o kadar iyi durumdasın. Basit. Zaten farklı
mazeretlerle hep daha iyisini isteyecek ve işyerin/patronun hakkında şikayet
edeceksin. Tabi senin mutluluğun işveren açısından önemli. Zira yapılan işin
kalitesi, getirisi ve insan kaynaklarının gücü senin mutluluğun tarafından
etkilenebilir. Yedek parça sıkıntısı olabilecek bir traktör kadar önemli ve
özelsin.
İnsan
kaynakları terimi bile hümanizmayı en üst değer kabul eden birinin midesini
bulandırabilir. Şahsen beni biraz rahatsız ediyor. Bahsettiğim, insan, bakır,
petrol veya metan gazı kullanmayı eşdeğer gören bir makina.
Şimdi
meşalelerinizi alıp dünyayı değiştirmek için mücadele edin de demiyorum. Ben
bunları yazarken orayı burayı işgal ederek bahsettiğim değişimi
sağlayabileceğini düşünenler mevcut. Onlara katılabilirsiniz. Ya da sistemle
barışık biçimde tepeye tırmanıp yapabildiğiniz kadar kişiyi becermeye
uğraşabilirsiniz. Açıkçası bunlar çok önemli değil.
Bana göre
hatırda tutmak gereken yakanız beyaz olsa da giydiğiniz çok iyi takımların,
çalıştığınız uzun plazaların ve etrafınızdaki güzel ve bakımlı insanların
hiçbir b.ka yaramadığı. Gazap Üzümleri'ndeki şeftali toplayıcılarından farklı
değilsiniz. Bu arada ben de değilim.
Aynı tip
şirketler/patronlar tarafından yerimize daha uygun, daha iyi birisi bulunduğu an
- rasyonel olarak - değiştirilmemiz gerekir. Muhasebe defterlerinde bir satırın
bir değişkeniyiz. İş ve siyasette sadakat, vefa veya aile gibi kavramların
yalnızca sözcükleri ile karşılaşmamız olası. Tabi sadakat vefa vs.
şirketlerce/diğer organizasyonlarca beklenen değerler. Ne de olsa bizi onlar
var etti.
Bahsettiklerim
iş ve iktidara ilişkin gül bahçesi bekleyenlere sert gelmiş olabilir. Ne yazık
ki kendini ve sınıfını bilmekten başka bir şey söylemiyorum.
Parçası
olmam değiştirmeye de uğraşmam, sistemin dışında kalırım diyen zevata ise ne
ölçüde kendilerini kandırdıklarını tekrar kontrol etmelerini öneririm. Baba
parasına, devlet/AB desteğine veya sistemce desteklenen NGO'lara sırt dayayarak
ne derece dışarıdan bakılabiliyor, merak içerisindeyim.
Patron olmaya ilişkin çivili
varillerden de sonra bahsetmeyi düşünüyorum. Şimdilik biraz rahatsız
edebildiysem ne mutlu bana, esenlikler.