"Belki
ufaklığa bu kadar zalim davranmasak bizden büyükler de bize zalim davranmazlar,
diye düşündüm. Bir yerden başlamak lazımdı işte merhamet etmeye. Ama merhamet
etmek için de bir sürü zırvalığa katlanabilme gücü lazım."
Yukarıdaki
paragraf kapitalizmi acımasızlıkla harmanlamış bir şirket yöneticisi veya
yıllanmış bir bürokratın aklından geçmiyor. Bunlar 8 yaşlarında bir oğlan
çocuğunun düşünceleri. Emrah Serbes'in (bilmeyenler için Behzat Ç. romanlarının
da yazarı olur) Erken Kaybedenler'inde hikayesi anlatılanlardan biri Osman.
Merhamet edilecek kişi de o sırada kumda beraber oynadığı (ve muhtemelen
hoşlandığı) kızın ufak kardeşi.
Sert erkek
Osman sonradan oyuncak kamyonunu ufaklığa hediye ederek (ve böylece başına bela
alarak) yumuşak yüzünü gösteriveriyor. Zaten Erken Kaybedenler'in güzel yönü
erkek çocuk ve ergenlerinin eş zamanlı olarak nasıl masum, acımasız, korkak, duygusal,
bencil, yalancı ve/veya fedakar olabileceğini anlatabilmesi.
Kız
çocukları genel olarak kitabın ve bu yazının konusu dışında. Bunun nedeni
oğlanlara kıyasen kar tanemsi melekler olmalarından kaynaklanmıyor. Keza çok
daha sevimli, manuplatif ve iyi yalancılar olabildikleri (ve önemli bir
kısmının bu özelliklerini büyüyünce de koruyabildikleri) aşikar. Benim konu
dışı bırakma nedenim kız çocuk ve ergenlerini erkekler kadar tanımamam.
Geçmişte sadece erkek çocuk ve ergen olarak görev yapabildim. Emrah Serbes'in
de benzer nedenleri olabilir, bilemiyorum.
Kitapta
işlenmiş olan bu karanlık yıllara ilişkin dikkatimi çeken konular şöyle;
yaşıtımız veya bizden büyük dişilerle ilişkilerimiz (daha doğrusu
iletişemeyişlerimiz), bizi sevip sevmediklerini anlayamadığımız ve bize her
daim eziyet eden mahalle/apartman abileri (2 yaş büyük olanı bile hulk gibi
gelirdi o zamanlarda) ve evlerin feodal - ataerkil babaları tarafından bireyden
çok sevilen bir eşya gibi davranıldığımız durumlar.
Beni
özellikle düşündüren acıklı mevzu ise Türkiye'de ergenlik hizmetini tamamlamış
erkek çocukların karşı cins ve cinsellikle olan imtihanları. Sık sık otuz bir
çekmekten başka pek bir işe yaramayan sonsuz bir libidal enerji ile dolu bu
yıllarda güzel erişkin kadınlar bize göre mitolojik varlıklardı. Ayıp,
utangaçlık, asabiyet ve çıplak kadın resimleri arasında kendi akranlarımızla
bile doğru düzgün konuşamazken dünya dışı bu canlıları hiç anlayamazdık.
Aslında düzeltmek gerekir, kendi cinselliğimiz ve kendi yaşımızdaki kızlar hakkında
da hiçbir fikrimiz yoktu. Sadece bizim yaştaki "hatunlar" bizle ortak
bir çocukluk/yarı-şapşallık taşıdıkları için daha az tehditkar geliyorlardı, o
kadar.
Bahsettiğim
cehalet, bilmezlik ve sıkışmışlık hali yoğun aşık olmaları desteklerdi tabi.
Yıllarca ve platonik sürebilen bu ruh hallerine yetişkinken ulaşabileni nadir
gördüm. Bunların çocukça ve geçici hevesler olduğunu söyleyenlerle sert
münakaşa ederim. Şimdi adını hatırlayamadığım bir yazar "en gerçek aşk
ergenlerin aşkıdır" buyurmuştu, yabana atmayınız.
Erken
Kaybedenleri kitaba ilişkin ana olumsuz eleştirim ile bitireceğim. Buradaki
hikayelerin karakterleri olan 8-17 yaş arasındaki çocuklarının bakış açıları
yer yer yetişkin bir adamın eskimişliğini yansıtıyor. Yine yakın zamanlarda
okuduğum Extremely Loud & Incredibly Close'daki velet de çok bilmişti fakat
ona dahi diyip olayı toparlıyorlardı biraz. Erken Kaybedenler'deki çocuklar
bildiğin senin benim gibi sümüklü mahalle bebeleri. Girişteki alıntıya benzer
bir mantık yürütebilmeleri makul ama arada baş gösteren varoluşsal Bukowski
tepkileri yakışmayabiliyor.
Her şeye rağmen sürükleyici ve özgün
bir kitap, Migros raflarında gördüğümüz çok satanlara tur bindirir, deneyin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder