17 Temmuz 2012 Salı

Gazap var, yer misin?


Sürüklenmek üzerine yazılmış en iyi paragraflar Gazap Üzümleri'nde yazılmış olabilir. Steinbeck, Oklahoma'dan California'ya göç edip hayatta kalmaya çalışan Joad ailesinin hikayesini anlatırken ara ara diğer insanların gözünden zamanın ruhunu anlatan bölümler kullanıyor. En etkileyici sürüklenme tasvirleri de ana hikayede değil, bu ufak kısımlarda. Yerlerini değiştirmek zorunda kalan insanlar haraç mezat götüremeyecekleri eşyaları satıyor. On yıllardır beraber yaşadıkları, alıştıkları şeyleri. Nasıl yeniden başlamamız umulabilir ki diye sorup, belki çocuklar yeniden başlayabilir ama biz bu kırmızı toprakken, sel ve kuraklık yıllarıyken, hurdacıya sattığımız asap bozukluğuyken yeniden başlayamayız diye söyleniyorlar.

Anladığınız üzere bu sürüklenme ve bırakıp gitmeler bizim küçük burjuva-bohem ahalinin özlemle andığı İspanya'da veya Tibet'de kendini bulma (bir kişi de Tokat'da kendini bulsa) ya da Hindistan'da inziva hayallerinden değil pek. Buradaki insanlar bildiğin s.ke s.ke gidiyor. Seyahat ederek veya birkaç ay farklı yerlerde yaşayarak iflah olabilirsiniz veya olamazsınız, bundan bahsetmiyorum. Ancak dağ tepelerine gittiğinizde, beraberinizde götürdüğünüzden farklı huzur bulmak mümkün mü dinlemek isterim. Neyse, burada unutmamamız gereken yaşadıkları yerleri bırakanların çoğunlukla bunu pembe-ebruli gizemlere ve maceraya yer olmadan hayatta kalmak için yaptıkları.

Bu bağlamda Gazap Üzümleri'nde California'ya göç etmek zorunda kalmış Okie'ler (California'ya göç edenler için kullanılan kro, maraba gibi bir deyim) ile Çukurova'ya doğudan çalışmaya gelen mevsimlik işçiler arasında pek bir fark yok. Doğa da, insanlar da dostane değil. Apartman dairenizde izlerken duygusallaştığınız yağmur, çocuklarınızla yaşamaya çalıştığınız çadırı kalınmaz hale getirdiğinde pek büyülü olmayabilir. Ayrıca kitleler halinde ve aç olarak geldiğiniz coğrafyanın yerel halkı da sizi bağrına basmayacaktır, kafanıza basmazlarsa mutlu olmak gerek.

Steinbeck'in bize hatırlattığı başka bir konu da o yıllardan beri değişmeyen kapitalist bakış açısı. Patronun seni ne kadar az paraya ne kadar fazla/iyi kullanırsa (aka. sömürürse) o kadar kar elde edecektir. Sen ise yaptığın işin karşılığı ne kadar para/fayda alabilirsen o kadar iyi durumdasın. Basit. Zaten farklı mazeretlerle hep daha iyisini isteyecek ve işyerin/patronun hakkında şikayet edeceksin. Tabi senin mutluluğun işveren açısından önemli. Zira yapılan işin kalitesi, getirisi ve insan kaynaklarının gücü senin mutluluğun tarafından etkilenebilir. Yedek parça sıkıntısı olabilecek bir traktör kadar önemli ve özelsin.

İnsan kaynakları terimi bile hümanizmayı en üst değer kabul eden birinin midesini bulandırabilir. Şahsen beni biraz rahatsız ediyor. Bahsettiğim, insan, bakır, petrol veya metan gazı kullanmayı eşdeğer gören bir makina.

Şimdi meşalelerinizi alıp dünyayı değiştirmek için mücadele edin de demiyorum. Ben bunları yazarken orayı burayı işgal ederek bahsettiğim değişimi sağlayabileceğini düşünenler mevcut. Onlara katılabilirsiniz. Ya da sistemle barışık biçimde tepeye tırmanıp yapabildiğiniz kadar kişiyi becermeye uğraşabilirsiniz. Açıkçası bunlar çok önemli değil.

Bana göre hatırda tutmak gereken yakanız beyaz olsa da giydiğiniz çok iyi takımların, çalıştığınız uzun plazaların ve etrafınızdaki güzel ve bakımlı insanların hiçbir b.ka yaramadığı. Gazap Üzümleri'ndeki şeftali toplayıcılarından farklı değilsiniz. Bu arada ben de değilim.

Aynı tip şirketler/patronlar tarafından yerimize daha uygun, daha iyi birisi bulunduğu an - rasyonel olarak - değiştirilmemiz gerekir. Muhasebe defterlerinde bir satırın bir değişkeniyiz. İş ve siyasette sadakat, vefa veya aile gibi kavramların yalnızca sözcükleri ile karşılaşmamız olası. Tabi sadakat vefa vs. şirketlerce/diğer organizasyonlarca beklenen değerler. Ne de olsa bizi onlar var etti.

Bahsettiklerim iş ve iktidara ilişkin gül bahçesi bekleyenlere sert gelmiş olabilir. Ne yazık ki kendini ve sınıfını bilmekten başka bir şey söylemiyorum.

Parçası olmam değiştirmeye de uğraşmam, sistemin dışında kalırım diyen zevata ise ne ölçüde kendilerini kandırdıklarını tekrar kontrol etmelerini öneririm. Baba parasına, devlet/AB desteğine veya sistemce desteklenen NGO'lara sırt dayayarak ne derece dışarıdan bakılabiliyor, merak içerisindeyim.

Patron olmaya ilişkin çivili varillerden de sonra bahsetmeyi düşünüyorum. Şimdilik biraz rahatsız edebildiysem ne mutlu bana, esenlikler.

1 yorum: