Pozitif
beklentiler tehlikelidir. Böyle bir beklentin olanı objektif
değerlendiremeyeceğin gibi ilaveten yeninin getirdiği heyecanı da bulamazsın.
Pozitif beklentiler önceki tecrübelerden örülü bir engeldir. Karşındaki
geçemezse kişiliğine göre kızarsın ve/veya üzülürsün. Tabi unutmamak lazım,
bunlar madalyonun diğer yüzü. İyi şeyler beklediğin kişilere genellikle sevgi
ve/veya saygı beslediğimize göre, dikensiz gül ve bedava öğle yemeği olmayan
dünyamızda gönlümüzde özel bir yeri olanların beklenti diyetini ödemelerini
bana göre makul.
Bahsettiğim
nedenlerle Elif Şafak'ın İskender'i beni tam olarak mutlu edemedi. Bu arada
kitabın İngilizce versiyonunun ismi "Honour" (Namus) ve kapağında
oryantalizmin ekmeğini sonuna kadar yemeye kararlı bir türbanlı kız var (tahmin
edeceğiniz gibi ikiz kız kardeşlerden biri). Şahsi fikrime göre Türkçe hali için
"Namus" İskender'e kıyasen daha uygun bir isim olurdu. Haşmetli
imparator İskender'e saygım sonsuz ama bu isim benim aklıma öncelikle domates
soslu tereyağlı etler ve pideler getiriyor.
Her neyse,
İskender toy bir yazarın ilk defa karşılaştığım bir kitabı olsa heyecanlanabileceğim
ortalamanın üzerinde bir kitap. Karakter derinlikleri ve olay örgüsü başarısız
değil. Ayrıca, İskender Pinhan veya Mahrem gibi hadi metafiziğin dibine vurup
inceliklerde kaybolalım ekolünden de değil. Bunları okurken sıkılmıştım.
İskender benim daha çok sevdiğim tarzda iki kişilikli (Araf ve Baba ve Piç
gibi), doğulu ve batılı, ilaveten hafiften şizofren bir kitap.
Özelikle
sevdiğim noktaları İskender'in hapishane mektupları, Pembe ve Elias arasındaki
18. yüzyıl romantizminin aktarılışı ve Adem'in parçalanarak aşık olabilmesi.
Sevmediğim esas yönü ise kitabın doğu kişiliğini oluşturan yüzünün yer yer
acemice ve üzerinde çalışılmamış gözükmesi. Bu husus özellikle diyaloglarda
karşımıza çıkıyor. Misal:
//
Bastonuna
tutunarak beklenmedik bir çeviklikle yürümeye başladı. Pembe'nin kadının
arkasından koşmayı akıl etmesi bir iki saniye aldı.
"Hey
bekle, Ama söylemedin!"
"Neyi
söylemedim?" Yaşlı kadın dönüp Pembe'nin yüzüne boş boş baktı; adeta onun
kim olduğunu unutmuştu.
"İsmi!
Ne olduğunu demedin ki"
"Ha"
dedi kadın "Askender."
//
(1. Baskı,
s. 109)
Hey ne yahu?
Yukarıda alıntıladığım esas oğlan İskender'in mistik bir biçimde kişiliğini
oluşturacak isimlendirme sahnesi . Köylü bir kadın, esrarengiz yaşlı bir
teyzeye böyle mi seslenir? Ana dur desin, sadece nene diye bağırsın ama
"Hey bekle" nedir?
Başka bir
örnek:
//
"Baksana
ebe kadın, sigaran var mı?"
"Sigara
mı?" dedi ebe kadın "Sigara içecek durumda değilsin."
"Hadi
ama. Bir nefesçik"
//
(1. Baskı s.
260)
Sanki
konuşanlar bir Güneydoğu köyündeki izbe evde bulunan ebe ile bakmak durumunda
kaldığı yaralı kaçakçı değil de ATV'de öğleden sonra gösterilen 3. sınıf bir
aksiyon filmindeki ateşli hemşire ile Amerikan askeri.
Kitabın
aslının İngilizce yazıldığı ve Türkçe halinin çeviri olduğu savunması ileri
sürülebilir. Ben yazarı Türk olan, Türkiye'yi içeren ve çevirisinde de
"yazarla birlikte çevrilmiştir" ibaresi bulunan bir kitapta bu
savunmayı kabul etmiyorum. Herkes bildiği, aşina olduğu konuda yazmak zorunda
da değil. Güneydoğu'daki Kürt köylerinin Elif Şafak'ın doğal ortamı olmadığı
aşikar. ABD'deki öğrenci hayatı veya ev partileri gibi kolayca hasat
edebileceği bir alan değil. Steinbeck veya Orhan Kemal atmosferi de bekliyor
değilim. Ancak Elif Şafak gibi bir yazarın ek ön araştırma ve çeviriye biraz
özen ile kitabın bu sıkıntısını gidermemesini pek sindiremiyorum.
Kitabın ana
teması olan namus cinayetlerine gelince, konu malum. Elle tutulur yanı olmayan,
kadınların bir ailenin çoğalma işlevli eşyası muamelesi gördüğü geleneğin
devamı. Sadece bize özgü bir bela da değil (bir süre öncesine kadar ben öyle
sanıyordum). Özellikle Ortadoğu'da bolca mevcut ve Güney Batı Asya'da da
yaygın. Kadın (eşya) nedeniyle kirlenen itibarın temizlenmesi için kullanılacak
çeşitli yöntemler var. Bunlar, tecavüz durumunda dahi kadının (eşyanın)
kendisini "kirleten" adamla evlendirilerek uygun bir şekilde
devredilmesi (malın devri) ya da duruma göre kadının ve/veya sevdiği adamın
öldürülmesi gibi senaryolar. Hepsi ayrı ayrı mide bulandırıcı.
Namus
cinayetlerinde kesinlikle esas kurban kadın. Bu net. Fakat İskender gibi
doğrudan veya dolaylı baskıyla en sevdiği insanları öldürmek durumunda kalan
insanların yaşadığı travma da yabana atılamaz. Bir an için annenizi (veya çok
sevdiğiniz herhangi birini) öldürmek zorunda bırakıldığınızı düşünün. Bu
düşünce sizi gerçekten rahatsız etmiyorsa varlığınızdan rahatsız olduğumu
söyleyebilirim.
İskender'de geçen güzel bir tespit
ise şu hayatta insanın en çok sevdiklerini acıtması. Elif Şafak ile aramda olan
okur yazar ilişkisi nedeniyle kendisini pek acıtacak (hatta etkileyecek)
konumda olmasam da Baba ve Piç'e ilişkin Sultanahmet Adliyesi'ndeki
duruşmalarından beri takip ettiğim ve okumadığım birkaç kitabı kalmış bir
yazara sitemi kendimde hak görüyorum. Saygım değişmedi. Halen Elif Şafak
dolmuşçu hüznü edebiyatı yapar söylemli arkadaşlarımla sert münakaşa ederim
(espri fena değil ama). Sonraki maçlara bakacağız. Yalnız derleme değil roman
istiyorum bu sefer.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder