4 Eylül 2012 Salı

İskender (Honour)


Pozitif beklentiler tehlikelidir. Böyle bir beklentin olanı objektif değerlendiremeyeceğin gibi ilaveten yeninin getirdiği heyecanı da bulamazsın. Pozitif beklentiler önceki tecrübelerden örülü bir engeldir. Karşındaki geçemezse kişiliğine göre kızarsın ve/veya üzülürsün. Tabi unutmamak lazım, bunlar madalyonun diğer yüzü. İyi şeyler beklediğin kişilere genellikle sevgi ve/veya saygı beslediğimize göre, dikensiz gül ve bedava öğle yemeği olmayan dünyamızda gönlümüzde özel bir yeri olanların beklenti diyetini ödemelerini bana göre makul.

Bahsettiğim nedenlerle Elif Şafak'ın İskender'i beni tam olarak mutlu edemedi. Bu arada kitabın İngilizce versiyonunun ismi "Honour" (Namus) ve kapağında oryantalizmin ekmeğini sonuna kadar yemeye kararlı bir türbanlı kız var (tahmin edeceğiniz gibi ikiz kız kardeşlerden biri). Şahsi fikrime göre Türkçe hali için "Namus" İskender'e kıyasen daha uygun bir isim olurdu. Haşmetli imparator İskender'e saygım sonsuz ama bu isim benim aklıma öncelikle domates soslu tereyağlı etler ve pideler getiriyor.

Her neyse, İskender toy bir yazarın ilk defa karşılaştığım bir kitabı olsa heyecanlanabileceğim ortalamanın üzerinde bir kitap. Karakter derinlikleri ve olay örgüsü başarısız değil. Ayrıca, İskender Pinhan veya Mahrem gibi hadi metafiziğin dibine vurup inceliklerde kaybolalım ekolünden de değil. Bunları okurken sıkılmıştım. İskender benim daha çok sevdiğim tarzda iki kişilikli (Araf ve Baba ve Piç gibi), doğulu ve batılı, ilaveten hafiften şizofren bir kitap.

Özelikle sevdiğim noktaları İskender'in hapishane mektupları, Pembe ve Elias arasındaki 18. yüzyıl romantizminin aktarılışı ve Adem'in parçalanarak aşık olabilmesi. Sevmediğim esas yönü ise kitabın doğu kişiliğini oluşturan yüzünün yer yer acemice ve üzerinde çalışılmamış gözükmesi. Bu husus özellikle diyaloglarda karşımıza çıkıyor. Misal:

//

Bastonuna tutunarak beklenmedik bir çeviklikle yürümeye başladı. Pembe'nin kadının arkasından koşmayı akıl etmesi bir iki saniye aldı.

"Hey bekle, Ama söylemedin!"

"Neyi söylemedim?" Yaşlı kadın dönüp Pembe'nin yüzüne boş boş baktı; adeta onun kim olduğunu unutmuştu.

"İsmi! Ne olduğunu demedin ki"

"Ha" dedi kadın "Askender."

//

(1. Baskı, s. 109)

Hey ne yahu? Yukarıda alıntıladığım esas oğlan İskender'in mistik bir biçimde kişiliğini oluşturacak isimlendirme sahnesi . Köylü bir kadın, esrarengiz yaşlı bir teyzeye böyle mi seslenir? Ana dur desin, sadece nene diye bağırsın ama "Hey bekle" nedir?

Başka bir örnek:

//

"Baksana ebe kadın, sigaran var mı?"

"Sigara mı?" dedi ebe kadın "Sigara içecek durumda değilsin."

"Hadi ama. Bir nefesçik"

//

(1. Baskı s. 260)

Sanki konuşanlar bir Güneydoğu köyündeki izbe evde bulunan ebe ile bakmak durumunda kaldığı yaralı kaçakçı değil de ATV'de öğleden sonra gösterilen 3. sınıf bir aksiyon filmindeki ateşli hemşire ile Amerikan askeri.

Kitabın aslının İngilizce yazıldığı ve Türkçe halinin çeviri olduğu savunması ileri sürülebilir. Ben yazarı Türk olan, Türkiye'yi içeren ve çevirisinde de "yazarla birlikte çevrilmiştir" ibaresi bulunan bir kitapta bu savunmayı kabul etmiyorum. Herkes bildiği, aşina olduğu konuda yazmak zorunda da değil. Güneydoğu'daki Kürt köylerinin Elif Şafak'ın doğal ortamı olmadığı aşikar. ABD'deki öğrenci hayatı veya ev partileri gibi kolayca hasat edebileceği bir alan değil. Steinbeck veya Orhan Kemal atmosferi de bekliyor değilim. Ancak Elif Şafak gibi bir yazarın ek ön araştırma ve çeviriye biraz özen ile kitabın bu sıkıntısını gidermemesini pek sindiremiyorum.

Kitabın ana teması olan namus cinayetlerine gelince, konu malum. Elle tutulur yanı olmayan, kadınların bir ailenin çoğalma işlevli eşyası muamelesi gördüğü geleneğin devamı. Sadece bize özgü bir bela da değil (bir süre öncesine kadar ben öyle sanıyordum). Özellikle Ortadoğu'da bolca mevcut ve Güney Batı Asya'da da yaygın. Kadın (eşya) nedeniyle kirlenen itibarın temizlenmesi için kullanılacak çeşitli yöntemler var. Bunlar, tecavüz durumunda dahi kadının (eşyanın) kendisini "kirleten" adamla evlendirilerek uygun bir şekilde devredilmesi (malın devri) ya da duruma göre kadının ve/veya sevdiği adamın öldürülmesi gibi senaryolar. Hepsi ayrı ayrı mide bulandırıcı.

Namus cinayetlerinde kesinlikle esas kurban kadın. Bu net. Fakat İskender gibi doğrudan veya dolaylı baskıyla en sevdiği insanları öldürmek durumunda kalan insanların yaşadığı travma da yabana atılamaz. Bir an için annenizi (veya çok sevdiğiniz herhangi birini) öldürmek zorunda bırakıldığınızı düşünün. Bu düşünce sizi gerçekten rahatsız etmiyorsa varlığınızdan rahatsız olduğumu söyleyebilirim.

İskender'de geçen güzel bir tespit ise şu hayatta insanın en çok sevdiklerini acıtması. Elif Şafak ile aramda olan okur yazar ilişkisi nedeniyle kendisini pek acıtacak (hatta etkileyecek) konumda olmasam da Baba ve Piç'e ilişkin Sultanahmet Adliyesi'ndeki duruşmalarından beri takip ettiğim ve okumadığım birkaç kitabı kalmış bir yazara sitemi kendimde hak görüyorum. Saygım değişmedi. Halen Elif Şafak dolmuşçu hüznü edebiyatı yapar söylemli arkadaşlarımla sert münakaşa ederim (espri fena değil ama). Sonraki maçlara bakacağız. Yalnız derleme değil roman istiyorum bu sefer.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder