Öncelikle
bir konuda net olalım. Sosyal çevremiz, mahallemiz, ailemiz, toplumumuzun
ahlaki değerleri, hükümet yetkilileri ve bizden yaşça büyük babacan iş
arkadaşlarımızın hepsi sevişmemizi istiyor. Evlenip çocuk yapmamızı yani. Kadın
veya erkek olmamız farketmez. Onların istediği gibi, tek eşli, resmi kayıt
altında ve korunmasız sevişelim ki topluma uygun çekirdek aileler oluşsun. Buna
evlilik baskısı da diyenler mevcut. Kabul etmek gerekir ki bu zorlama evrimsel
olarak veya toplumun devamı için yararlı, cinselliğin genel olarak yasaklı
olduğu ülkemizde insanların seks yapabilmesi için gerekli ve Melih Gökçek'in
içleri ısıtıan gülümsemesi kadar gerçek.
Mevzubahis
zorbalığa cinsiyet ayrımı olmaksızın maruz kalıyoruz. Misal geçenlerde bir
mekanda otururken elli küsür yaşlarında bir adamın otuz yaşlarındaki oğluna
"Senin artık evlenmen gerekiyor, tek çocuksun, benim soyumun devam etmesi
gerekli" gibi kelamları yüksek sesle ilettiğini gördüm. Hayır, Cengiz
Han'ın çadırında değildim. Söz konusu diyaloğun kahramanları şehir merkezinde
işlek bir cafede kahve içen modern görünümlü bir baba oğuldu. Tabi tek anekdot
kimseyi yanıltmasın, evlilik ittirmesinin esas mağduru kadınlar. Zaten benim
hakkında iddialarda bulunacağım konu da Türkiye'deki kadın-erkek ilişkileri.
Böyle iki paragraf evlilik girişi yapmamın nedeni de evlilik baskısının bu
ilişkinin güç dengesinde etkin bir faktör olması.
Böyle pazar
yazısı yazan Ertuğrul Özkök gibi bir konu seçmemin nedeni Ayşe Arman'ın birkaç
haftadır kızlar mı haklı erkekler mi temalı ilkokul çağlarımızdaki kız erkek
kavgalarını hatırlatan röportajlarını okumam. Yanlış anlaşılmasın, Ayşe Arman
ile bir alıp veremediğim yok. Çalışkan, nabza nereden şerbet vereceğini bilen,
toplumun ilgisini çeken işler yapan bir kadın. Yazılarından Schopenhauer
derinliği beklemek ahmaklık ancak elmalarla armutları karıştırmadıkça sorun
yok. Zaten Schopenhauer'in bazı asosyal ve korkak hallerini de sevmem. Neyse,
sonuçta bizim oğlanlar (40'a dayanmış amcalar aslında); Türk kızları 30'undan
sonra evlenmeye odaklanıyor, bana birey ve özgür kadın lazım, evlenmem (veya
elf prensesiyle evlenirim), Slav kadınlar daha iyi ya da Türk kadınları kendine
güvensiz gibi geniş/yer yer sığ laflar hazırlamışlar. Ayşe hanım'ın sonraki
yazısında ise bazı kadınlar yine aynı yüzeysellikle Türk erkekleri iyi
sevişemiyor, yerlere tükürüyorlar, ben de İtalyan isterim gibi dişi
yakarışlarda bulunmuşlar ve ah vah kendilerinin yüz verdikleri bu Türk hödüklerinden
(hakaret etmek de sorun değil) şikayet etmişler. Fakat Sezar'ın hakkı Sezar'a
(bu da ataerkil bir deyim). İkinci röportaj biraz düşünme mehli sağlayacak
biçimde yapıldığından mıdır, mesele daha ciddiye bindiğinden midir veya konuşan
insanlar daha sağduyulu/akıllı olduğundan mıdır, kadın erkek ilişkilerini
semptom (sonuç) değil de neden odaklı inceleyen sağduyulu kadınlar mevcuttu.
Mesela Neslihan Acu'nun kadının ancak erkek üzerinden tanımlanabilmesine,
ilaveten eğitim ve aile kurumlarının sakatlıkları nedeniyle kadının birey
olmasının zorlaşmasına, sonuçta da evliliğe bel bağlanmasına değinmesi güzel.
Yazacaklarım
şehirlileşmiş/batılılaşmış çevrelerdeki ilişkiler bazlı olacak. Şimdi,
öncelikle hayatımızın ilk yıllarına bakarsak, ergenliğe girene kadar ailemizin
bizi cinsiyetimize göre giydirmesine, erkek isek cinsel organımızı
göstermemizin teşvikine, kız isek masaya çıkartılıp oynatılmamıza ve ana
okulunda aşık olduğumuz diğer çocukları belirlememize rağmen cinsiyet namına
çok bir olayımız yok. "Seks" ile bir haşlanmış yumurta kadar
ilgiliyiz. Ergenlik başladığında ise dakika bir gol bir, kızlar her yönden
üstünlük kuruveriyorlar. Bir kere fiziksel olarak daha gelişkinler, çocukluktan
önce çıktıkları için daha olgunlar ve hatta kaba kuvvet olarak bile daha
güçlüler. Ergenlik bitene kadar yakışıklı/sporcu/müzisyen oğlanlar değilsek
yüzümüze pek bakılmıyor. Ayrıca zaten kızlarımız kendilerinden büyükleri tercih
ediyorlar. Bu eğilim sonraki dönemlerde de mevcut ancak bahsettiğim zaman
aralığında baya sert.
Neyse,
ergenlik bitip, 20'li yaşlara geldiğimizde kadın erkek güç dengesi yine farklı
değil. Kadın baskın. 20'lerin başlarında fiziksel özellikler yine en önemli
kriter, Türk kızlarımızın yanına desturla yaklaşılıyor. Kadınları da erkekleri
de baskılayan milletimiz nedeniyle kızlardan en fazla "uf, slk, git be
başımdan" cevaplarını aldığımız zamanlar bunlar. Yavaştan bol baba parası
olan erkeklerin esas yükselişi başlıyor (not edelim, ömür boyu da revaçta
kalıyorlar). Genel olarak sosyal hayata/gece hayatına kadınların daha az
katılabilmesi dolayısıyla bir kadına gereğinden çok erkeğin ilgi göstermesi ve
vajinanın korunup saklanması gereken en hakiki mürşit olduğuna inandırılmaları
kızlarımızın bulunmaz hint kumaşlığını artırıyor.
20'ler son
bulup 30'lara gelirken toplumun eliyle ittirdiği evlilik yumurtası kapıya
dayanmaya başlıyor. Öncelikler farklılaşıyor. Kadınlar adamın güzel yüzüne/vücuduna
ilaveten aklına, fikrine, kariyerine ve karakterine dikkat etmeye başlıyorlar.
Evlenmeyen kızlar aile baskısından uzaklaşıp kendilerine göre yaşayabilecek
imkanlara kavuşuyor. Sosyal ortamlardaki kadın erkek oranı hafiften
dengelendiği gibi, zaman erkek kısmına daha insaflı davranıyor. İlgili dönem ve
sonrası erkek çekiciliği güç/karizmadan çok etkilendiğinden işini gücünü
oturtmuş saçları kırlaşmış bilgisayar mühendisleri lisede kendisinin farkında
bile olmayan kadınların ilgisini çekmeye başlıyor. Bu arada 30'lu yaş civarı
hanım kızlarımızın 20'lerinin başlarında yüzü daha az kırışıklı, daha diri
vücutlu, basitçe daha genç, doğurgan ve dişli rakibeleri de türüyor.
Gelinlik
gibi bir kıyafetle deli muamelesi görmeyecekleri tek yer olan düğünü
(gelinlikle prenses gibi olunuyor biraz), sonucunda bir erkeği evlilik masasına
oturtabilmenin başarısını hayal eden (ettirilen), biyolojik saatleri çocuk diye
bağıran kızlar hafiften panik olmanın yanında sinirleniyorlar da. İktidarı
tehdit edilmiş Arap diktatörleri gibi, biraz üzerine gidince başka milletin
kadınlarına, kendilerine, erkeklere ve topluma ateş püskürüyorlar. Çok haksız
da değiller. Yine Ayşe Arman'a gelen cevap mektuplarında bunu görüyoruz. Slav
kadınlarının güzelliklerinden (ve aslında aile kurmaya baya yatkın
olduklarından), o eskiden yüzlerine bakmadıkları adamların etrafında pervane
kadın nüfusundan ve gençlik ile beraber kaybedilen üstünlükten rahatsızlar.
Burada büyük bir haksızlık var, kabul. Özellikle kadının insan yerine konmaması
ve sosyal olarak başarılı olmasının evliliğe bağlanması oldukça miğde
bulandırıcı. Fakat oyuncuyu değil oyunu suçlamak gerekir. Saldırılması gereken
37 yaşında, saçları geriye taralı, kazanova yanılsamaları içerisinde vasat
tipli iş adamları değil. Sorgulamak gereken az batılı üstü doğulu, muhafazakar
ve gururlu ortadoğu toplumumuzun cinsel kimlikler ve kadın hakları hususundaki
zavallı durumu.
Son olarak yukarıda kadınlara
ilişkin yazdıklarım, bu konuda konuşan hemen herkes gibi, kişisel birikim ve
izlenimlere dayalı genellemelerden oluşuyor. Eksik ve yanlışlarla dolu yani.
Türkiye'de ergenlerin ve genç yetişkinlerin cinsiyetlerine bağlı sosyal
davranışları ve ilişkileri, yeterli sayıda kişi üzerinde araştırma yapılarak
hakkında veri elde edilebilecek bir sosyal antropoloji konusu. Fakat böyle
özenli bir bilimsel çalışmaya ne kadar gerek olduğu tartışılır. Haklı olarak
başka öncelikleri olan bir ülkeyiz. Bir de zaten herkes karşı cinsi süper
çözmüş/tanımlamış olduğu için imkanımız olsa bile ihtiyacımız yok. Yaşasın kör
dövüşü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder