13 Ocak 2013 Pazar

Muz sesleri


“Çünkü Deniz Hanımcığım, biz Ortadoğululara kendimizinkinden başka hikayeleri anlatmamız için izin vermiyorlar. Bir Batılı gidip Allah’ın s.ktir ettiği bir memleketi anlatabilir, bir Amerikalı gidip Beyrut’u yazabilir ama bir Afganistanlının, İranlının, ne bileyim işte bizim gibi bahtı bulanık insanların kendilerinkinden başka hikaye anlatmasına izin vermiyorlar.”
Temelkuran birçok bizim buralı yazarın şikayetini yine yazar karakteri Ziad’ın ağzından aktarmayı uygun bulmuş. Fikir tanıdık, ifadesi ise iyi ve yalın. Sadece kendimizden bahsetmeye iznimiz olması Batı’nın Ortadoğu kültürlerini otantik bir hediyelik eşya veya eğitilmesi/kaçınılması gereken egzotik bir vahşi hayvan gibi algılamasının bir sonucu sanırım. Batı gücünün endüstriyel çocuğu kültürel dayatma, büyük resimden bahsederken Batı’dan başka referans noktası bırakmıyor. Misal yaşadığımız yerin genel kabul görmüş ismi Ortadoğu. Batı medeniyetine o kadar da uzak olmayan “orta” doğudayız. Çinliler Koreliler vs. de “uzak” doğuda örneğin. Konuştuğumuz dilde bile kendi kendimizi merkez alamamak asap bozucu.
Bizim dışındakilerin isimlendirdiği güzel coğrafyamızda, bizim dışarıdakileri tanımlamaya ne kadar istekli olduğumuz da tartışılır zaten. Keza bir birini öldürmek veya hor görmek baya zaman alan aktiviteler. Duygusal ve sıcakkanlı hallerimiz şiddete meyilli. Fikirlerden kişisel düşmanlıklar peydahlamak, alınganlık ve pusu doğal süreçler. Hor görmelerimiz de silahlı çatışmadan daha az tutkulu değildir, yanılmayalım. Misal yemesi içmesi, aile yapısı, el şakaları ve kan davaları aynı olan Akdenizli Araplar ve Türkler birbirlerini yeterince batılılaşamama (Türkler) veya fazla batılılaşma (Araplar) ile suçlayıverirler. Kavgalı kardeşler gibi. Bildiğiniz üzere Habil ile Kabil Ortadoğulu’dur. Kuzey Avrupa gibi ülkeler ancak bizim uzaktan arkadaşlarımız olabilir. Akılcı, iyi eğitimli, zengin, sıkıcı ve özenilen arkadaşlar.
Kitabın çağrıştırdıklarından kitabın kendisine geçelim. Temelkuran oldukça naif bir istekten yola çıkıyor; vahşeti ve sevgisi gürültülü Ortadoğu’da kalaşnikof veya bağırtılarla engellenmeden muzların büyüme seslerini dinleyebilmek. Beyrut’u ve Beyrut ile yolu kesişecekleri anlatıyor tatlı tatlı ve bölük pörçük. Sanırım seçtiği şehir böyle bir yer olduğundan anlatım böyle gelişmiş. İşin insani tarafına da siyasi tarafına da dokunması samimi ve hikayesi tekrar tekrar okunacak diyaloglarla sarılı. Bununla beraber kitabın genelinde bir kopukluk var. Pek bir katkısı olduğunu düşünmediğim, aman eksik kalmasın diye eklenmiş gibi duran karakterler mevcut. Açıkçası başlarken duyduğum heyecanı sonlara doğru hissedemedim. Ayrı ayrı çok güzel olan bölümler arasındaki bağlantı sıkıntısı ve gereksiz karakter kalabalığı (misal Setanik) hevesimi kaçırmış olabilir.
Allah başka dert vermesin, çok iyi olabilecek bir kitabın sadece iyi olması beni hep hüzünlendirmiştir.  Ece Temelkuran’ı gazeteci ve köşe yazarı olarak beğenirim. Bununla beraber roman başka mesele. İyi bir Rock müzisyeninden çok iyi bir caz parçası çıkıp çıkmayacağı muallaktır, o misal. Her durumda Muz Sesleri Beyrut’a gitmeme neden olacak sanırım. Belki bu bile tek başına yeterlidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder