21 Ekim 2012 Pazar

Yedinci Gün

Birikime, ruh haline, bakış açısına ve ilgi alanına göre farklı anlamlar ifade edip başka tatlar verebilmek, çok kitapta olmayan iyi bir özelliktir. Hatta yine hatırlamadığım için anonim kalacak bir yazar bu kavram için "katmanlı anlatım" benzeri yerinde bir tanım yapmıştı. İhsan Oktay Anar'ın Yedinci Gün'ü de, yazarın diğer eserleri gibi, bu katmanlı anlatımla kaleme alınmış. Kitabın her yerinden Hıristiyan ve İslam mitolojisi fışkırırken (7 gün, kurşun durduran Kuran vs.), anlatım tarzının Osmanlı arşivlerinde rastlanabilecek bir detaycılıkla oluşturulduğunu görüyoruz. Hikayenin yalın anlamı malum ve tek başına keyifli. Bunun yanında göndermelere, yan hikayelere ve ana hikayenin muhtemel diğer tefsirlerine tamamen hakim olmak İhsan Oktay Anar olmadıkça pek mümkün gözükmüyor (ya da ben beceremedim).

İşi yine bencilce ele almak gerekirse, Yedinci Gün'ün beni en keyiflendiren kısmı İdris Amil Zula oldu. İnsan elinde çekiç varsa herşeyi çivi görür, ben de kitabın burasından tutacağım. Kimdir bu İdris sorusuna cevaben yaratıcısını tasviri sanırım yeterli gelecektir:

"Onun üstünlüğü hiçbir üstünlüğü olmaması. Daima ortada, yani merkezde durması. İdris Amil Merkez-i Kain, daha doğrusu Merkez-i Kainat. Onun bu görünüşüyle sathi olduğunu düşünebilirsin. Evet! O derin değildir. Ama derinlik denen şey, satıhtakiler için bir mana taşır. Dolayısıyla Kainat'ın derinliğini ancak o görebilir. O Rum Medeniyeti'nin maksimum yahut minimumu değil, optimumu ve optimusu. İşte İnsan-ı Kamil ile İnsan-ı Alaküllihal aynı şey. Kainat onun için yaratıldı. Üstelik onun ibadet etmesi değil, idare-i maslahat etmesi yeter. Göktaşları, seyyareler, yıldız ve takım yıldızlar, pulsar ve bulutsular onun çevresinde tekbir getire getire dönüyor. Çünkü o merkez! Hırslarımızdan, eksik ve fazla her şeyden ıstırap suyuyla abdest alarak alınıp, biz de İdris Amil'i, bu Beşeri Kabe'yi tavaf etmeliyiz..."

Yani İdris Amil bir sıradanlık ideali. Aptal veya akıllı, güzel veya çirkin, zengin veya fakir, sosyal veya asosyal ya da diğer başka hiçbir sıfata sahip değil. X-Y ekseninin "0" noktası, kendi halinde bir esnaf ve normalin vücuda gelmiş hali. Bu nedenle de çok değerli.

Normal sık ihtiyaç duyulan bir kavram. Örneğin, kendimizi ortalamanın üstü etkisiyle avutacağımızda bir başlangıç noktasına ihtiyacımız var. Ortalamanın üstü etkisi ne derseniz, adı üzerinde kendimizi herhangi bir konuda normalden üstün görmemizi sağlayan bir bilişsel önyargı (cognitive bias) diyebiliriz. Misal insanların önemli bir kısmı, yaptıkları işte en iyi olmasalar da hani ortalamadan iyi olduklarını düşünmektedirler. Ancak böyle düşünen insanların sayısı, ortalamanın üzerinde olabilecek insanların sayısından genellikle daha fazladır. Başka bir örnek ise memleketimizde sevinçle kucaklanan Türkiye'nin %60'ı (veya daha fazlası) aptaldır iddiası. Çoğunluğun kendinden emin bir gülümsemeyle kabul ettiği bu önermenin yaygın kabul görmesinde, kimsenin kendisini o %60 içerisinde düşünmemesinin payı büyüktür herhalde.

Normal ayrıca her türlü iktidarın da vazgeçilmez araçları arasındadır. Beklenebilir ve tahmin edilebilir oluşu, demokrasilerde de, diktatörlüklerde de tercih sebebidir. Normale yönelim bu nedenle teşvik edilir, hatta zorlanır. Askere gidip gelip evlenip çocuk yapmak, 30'undan önce doğurmak, dindarlık, büyüklere sorgusuz biat ve muhafazakarlık geçer akçedir. Hatta normal, kendi temsilcilerine (özellikle demokrasinin gelişmediği toplumlarda) "anormal" veya "azınlık" olana zulüm etme, onu dönüştürme veya yok etme imkanı da tanır. Ayrıca iktidar, normali de kendisine yontarak değiştirir. Bir nevi normal tanımlanacak ise, onu da devlet tanımlar denebilir.

Kendinizi sadece alternatif veya protest olarak tanımlıyorsanız da ülkemizdeki kısa bıyıklı amcalar kadar normale muhtaçsınız. Varoluş biçimiyle normalden ayrılmak ayrı, onu istisna tutuyorum. Ancak, yaptığınız sadece egemen anlayışa karşı durmak veya ondan farklı gözükmeye çalışmak ise sizi tanımlayanların baş köşesine egemen kültürü oturtmuş oluyorsunuz. Yanlış anlaşılmasın, muhalefet, sorgulama ve eleştiri ne amaçla yapılırsa yapılsın genellikle değerli ve gereklidir. Dikkat çekmek istediğim nokta, alternatif ve normalin yakın/sıcak ilişkisi.

Şimdiye kadar bahsettiklerim İdris Amil'i sevme nedenlerinden yalnızca birkaçı. Kendisini bir kenara bırakıp Yedinci Gün'ü sevmemin diğer nedenlerine gelirsek, romanın bir sürü bağlantılı bağlantısız hikayelerle bezenmiş olmasını öne sürebilirim. Yazarın bütün kitaplarında mevcut olan bu üslup, bana Nuri Bilge Ceylan'ın fotoğraf sergisi gibi filmlerini hatırlatıyor. Her bir film karesine veya her ufak hikayeye bu kadar özen göstermek, işin bütünü kadar tecrübe ettiğiniz kısa anların da keyifli olmasını sağlıyor. Ayrıca, baba, oğul ve kutsal ruhun işlenişi (kitap üç bölümden oluşuyor) ve hikayenin kendi kuyruğunu yiyen yılan gibi tekrar kendine bağlanması da güzel.

Sonuç olarak, Yedinci Gün iyi bir kitap ancak Anar'ın en iyisi değil. İlaveten yazarın en son kitabını yazdığı geçtiğimiz beş senede zevkimin değişmesi ve kendisinin halen elinde bulundurduğu "en sevdiğim yazar" unvanının sarsılmakta olması da beğenimi etkilemiş olabilir. Siz yine de en kısa zamanda alıp hatmedin, tek başına özgünlüğü ve anlatım zenginliği yeter.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder